Ramazan Günlüğü 11. Gün Heyecanı


Çizen: Hatice VANLI


Daracık ve karanlık sokaklardan korku içinde gidiyorduk.

Murat, patikaya benzeyen küçük bir sokak gösterdi.

“Biz bir kere buralara gelmiştik. Kestirme bir yol var. Herhalde burası.”

Kestirme lafını duyunca hemen oraya yöneldik. Nihat abisinin elini sıkı sıkı tutuyordu. O sırada önümüzden kara bir kedi geçti. Hepimiz çığlık attık. Necati:

“Felakları Nasları okuyun, Felakları Nasları okuyun” diye tekrar etmeye başladı. Bir taraftan da yüksek sesle okuyordu.

Aslında ne oluyordu bize? Allah’ın kedisiydi işte? Ama korku filmlerinde hep kara kedi gösterilince insanın aklına kötü kötü şeyler geliyor.

Nefes almaya bile korkarak ilerliyorduk ki gözlerimize inanamadık: çıkmaz sokak! Bunu kabullenmemiz zordu. Bütün yürüdüğümüz yolu boşa gelmiştik.

Murat’a söylene söylene geldiğimiz yoldan yukarı çıkmaya başladık. Necati fısıldadı:

“Babalarımızı arayalım.”

Necati telefonunu çıkardı ama şarjı bitmişti. Murat’la Nihat’ın zaten telefonu yoktu. Ben de babamı aradım ama açmıyordu. Garanti hatimli kıldıran teravihe gitmiştir.

Of! Ne yapsak acaba? Mecburen korkarak ilerledik. Bir köşeye gelince yol ikiye ayrıldı. Hangisinden gelmiştik acaba?

Bir tanesini seçtik. Çünkü tartışıp da vakit kaybetmek istemiyorduk. O yoldan yukarı çıktık. Ama yol kıvrılarak aşağı iniyordu. Bizim yolumuz değildi ama olsun. Nasıl olsa şehir merkezi aşağıdaydı. Bu yolu takip ettik ta ki köpek havlaması duyana kadar.

Yaklaştıkça köpek havlaması arttı. Garanti kokumuzu aldı. Ben de oldum olası köpeklerden çok korkarım.

“Geri dönelim” dedim.

Necati “Hayır” dedi. “Şehre yaklaştık.”

“Hiçbir kuvvet beni köpekli yerden geçiremez.”dedim ve geri döndüm. Onlar da beni takip etmek zorunda kaldı. Tekrar yukarı çıkmaya başladık. Araba yolunu bulabilirsek şehri de bulabiliriz.

Korkulu, yorgun bir şekilde yürürken yandaki evin penceresinden ürkütücü bir çığlık geldi.

Çığlık tekrarlandı ve bir kadın sesi:

“Vurma! Ne olur vurma!”

“Hak ettin bunu al sana al! Al!”

Allah Allah! Bu mübarek Ramazanda kadın mı dövülür? Acaba ne yapsaydık? Kadıncağıza nasıl yardım edebilirdik?

“Bunlar sana az! Öldüreceğim seni!”

Eyvah! Bir cinayete şahit oluyor ve ellerimiz bağlı duruyorduk. Hemen 155’i aradım. Çocuk sesini duyunca polisler pek inanamıyor.

Neyse, zar zor meseleyi anlattım. Hatta telefonu cama tuttum. Polis artık inanmıştı. Adres sordu. Kaybolan insan adresi nerden bilsin?

Kuba camisine geldiğimizi, yolu kaybettiğimizi ama bu civarlarda olduğumuzu anlattım.

Birkaç dakika sonra polis sirenleri duyulmaya başladı. Sokak dar olduğu için araba buraya giremezdi. Az sonra üç polisin geldiğini sevinçle gördük.

 “İşte bu ev!”dedik telaşla.

Polisler kapıyı zorlayınca, eski kapı hemen açıldı. Çıkacak zorbayı şimdiden merak ediyoruz.

  Yarın gazetelerin manşetlerinde boy boy fotoğraflarımız çıkacaktı.

“Kahraman çocuklar!”

“Cesur çocuklar bir can kurtardı!”

“Umudumuz bu çocuklarda!”

Meşhur olacaktık. İnsanlar bizi tanıyacaktı. Fotoğraflara nasıl poz vereceğimi düşünüyordum.

Aaa! O da ne? Polisler çıkıyor. Kelepçeli kimse yok. Arkalarından da yaşlı bir adam geliyor. Polislerden birinin kaşları çatık, diğer ikisi kıs kıs gülüyor.

Polisin açıklamalarıyla şaşkınlıktan kurtulduk. Meğerse dede bir film izliyormuş. Kulakları duymadığı için televizyonun sesini sonuna kadar açmış.

Polislere rezil olmuştuk, şöhret hayallerimiz de yıkılmıştı. Ama en azından polislerle geri dönecektik.

Polis arabasında eve doğru giderken düşünüyorduk.

Şöhret olup, insanlar tarafından tanınıp sevilecektik. Peki, bu çok mu önemliydi? Bizim niyetimiz Rabbimizin rızasını kazanmak, onun bizi sevmesi değil miydi? Neden peki, insanların bizi tanıması bu kadar cazip gelmişti?

İhlası yitirip ciddi ciddi niyetimizi bozmuştuk. Arabada hem tevbe ediyor, hem de Rabbimizin bizi ihlaslı etmesi için dua ediyorduk.



Yorumlar

255 karakter kaldı

Üye girişi yap ve yorumla » Üyeliksiz yorumla »

Henüz kimse yorum yazmadı.