Ramazan Günlüğü 29. Gün Heyecanı


Çizen: Hatice VANLI

Bugün arefe, orucumuzun da son günü. Dün akşam son teravih namazımızı kıldık. İnşaallah öbür Ramazan’a sağlıkla, sıhhatle çıkarız.

Sınıf arkadaşımız Sennur vardı. Küçükken okula beraber giderdik. Ben erkenden kapılarını çalardım. O, daha uykudan bile uyanamamış olurdu. Beraber kahvaltı eder, sonra okula giderdik. Bir zaman sonra onlar başka mahalleye taşındı. Kısa bir süre sonra duydum ki ailecek tüpten zehirlenmişler. Hepsi iyileşmiş ama sadece arkadaşım Sennur kurtulamamış.

Canım Sennur, sen aklıma gelince gözlerim yaşla doluyor. Ama biliyorum ki sen Cennet’tesin. Çünkü ölen tüm çocuklar Cennet’e gider. Orada ebedi sevimli çocuk olarak kalır. 

Sen burada bizimle oyunlar oynayamıyorsun ama Cennet’te meleklerle oynuyorsun. İstediğin yere uçarak bile gidebiliyorsun. Sana üzülürken bazı zaman da gıpta ediyorum. Ne güzel Cennet’tesin. Ne güzel anne ve babana Cennet’e girmeleri için şefaatçi olacaksın.

Arefe; bayramdan bir önceki gün. Bayram sevincini yaşarken ölmüş sevdiklerimizi de unutmuyoruz. Onlara da dua pastası gönderiyoruz.

Bu sabah mezarlığa dedemi ziyarete gittik. Giderken bir sürü çiçek götürdük. Dedemin mezarında çiçek var ama bazı komşu mezarlarda yok. Getirdiğimiz çiçekleri onlara da dikeceğiz. Sadece dedeminki güzel olmasın. Hepsi çok güzel olsun. 

Küçükken mezarlıktan korkardım. Ama şimdi hiç korkmuyorum. Mezarlık bizim ahirete gitmek için ilk istasyonumuz. Dedemi istasyondan uğurladık. Orada rahat edebilmesi için, uzun yolculuğunu hayal hızında gidebilmesi için hep dua gönderiyoruz. 

Canım dedem, senin şakalarını, sırtında bizi gezdirmeni, bisikletinin arkasına bindirip bizi pazara götürmeni, sihirbaz numaraları yapıp bizi hayret içinde bırakmanı, saatlerce süren Beşer masallarını, şişko göbeğinin üstüne sehpa niyetine çay bardağı koymanı, duaları kağıda yazıp gardıroba yapıştırmanı vs. hiç unutmayacağım. Nur içinde yat dedeciğim. Mekânın Cennet olsun inşaallah.

Ölüm; bütün sevdiklere kavuşmadır. Sen en başta peygamberimize (asm), annene, babana, kardeşine ve diğer sevdiklerine kavuştun. Bizden onlara selam söyle dedeciğim. 

Ölüm; vazifeden terhis olmaktır. Sen de vazifeni bitirdin. Zahmet çiftliğinden ücret dairesine geçtin dedeciğim.

*  *

Mezarlık ziyaretinden dönüşte bir baktım, çocuklar bizim apartmanın önünde toplanmış. Anladım, bir şey olmuş. Aceleyle arabadan indim. 

“Ne oldu?” dedim korkuyla.

Recep gülümseyerek sırtımı sıvazladı:

“Korkma, yok bir şey.”

Yine de kalbimde bir acı var.

“Bir şey oldu. Yoksa buraya gelmezdiniz.”

Necati söylendi:

“Amma evhamlı oldun ha!”

Murat heyecanla atıldı.

“Sakal-¬ı Şerif’i görmeye gideceğiz. Seni almaya geldik. Süper Tonton, kabir ziyaretinde olduğunu söyledi. Sahi Süper Tonton neden sizinle gelmedi?”

“O, ikindi vakti gidecekmiş. Belediye arabasıyla…”

Belediyemiz çok güzel. Senelerden beri arefe günleri mezarlığa bedava götürüp, getiriyor.

Yukarı çıkıp çabucak üstümü değiştirdim. Tonton’umun yanağını öperek vedalaştım. Süper Tonton bizimle gelir diye düşündüm ama gelmedi. Galiba evden salâvat okuyacak.

Çocuklarla gölgeli yerlerden gitmeye çalışarak camiye vardık. O kadar kalabalık ki. Sakal- ı Şerif öğle namazından sonra gösterilecek.

Namazlar kılındı. Sonra imam efendi bir dolaptan kat kat bohçalara sarılmış bir şey çıkardı. Herkes bağıra bağıra “Allahümme salli alâ seyyidina Muhammed” diye salavat söylüyordu. Biz de onlara katıldık. Her bir bohça açıldıkça heyecanımız daha da artıyordu. Ben kırk bohça var diye duymuştum ama ne kadar doğru bilmiyorum.

Sesimiz kısılana kadar defalarca salâvat getirdik. Son bohça da açıldı ve küçücük bir cam kutusu göründü. Herkes sıraya girdi. Yine salâvatlar okunuyordu. Yavaş yavaş sıra bize yaklaştı. Sırası gelen cam kutunun içindeki Sakal-ı Şerif’i görmeye çalışıyordu. Bazıları da ağlayarak şişeyi öpüyordu. 

Sıra bana geldi. Birden ne yapacağımı şaşırdım. Aklım başıma gelince cam muhafaza içindeki balmumuna yapışık Sakal-ı Şerif’i inceledim. Asr-ı Saadette yani Peygamberimin(asm) asrında yaşayamamıştım ama yüzyıllar sonra bile güzeller güzeline ait olan bir şeyi görüyordum.

Hemen öptüm ve başıma koydum. Ağlamak istedim ama ağlayamadım. Belki büyüyünce ağlarım, bilmiyorum. Daha öpecektim ki arkadan Murat sırtıma vurmaya başladı.” Çabuk ol, sırada dünya kadar insan var.”

Doğruydu, heyecanımdan farkına varamamıştım. Salâvatlar eşliğinde ayrıldım.

Dönüşte çok mutluyduk. Tarihçimiz Murat:

“Çocuklar ya!” dedi. “Bu sakal gerçekten Peygamberimizin olduğunun belgeleri var mı?”

Recep omuz silkti. 

“İster olsun ister olmasın. Sakal-ı Şerif Peygamberimize hürmete ve ona salâvat getirmeye vasıtadır. Vasıtanın mahiyetine bakılmaz. Neticesine bakılır”

Gerçekten de ömrümüzde söylemediğimiz kadar salâvat söylemiştik.

Nazmi çenesini kaşıyarak sordu:

 “Dünyada binler yerde bu sakallardan veya saçlardan var. Bu nasıl oluyor acaba?”

Necati başını sallayarak:

“Evet” dedi. “Peygamberimizin hiçbir şeyini kaybetmeyen sahabeler, mübarek başını tıraş ettirdiğinde o daimî yaşayacak saçları elbette korumuşlardır. O mübarek saçlar ve sakallar günümüze kadar gelmiştir ve binlercedir.”

Afferin sahabe amcamlara! Vazifelerini çok güzel yapmışlar. 

Merak ilmin hocasıdır. Soru sora sora mahalleye kadar gittik. Hepimiz sevinçle birbirimizden ayrıldık. Peygamberimizin sevgisi gönüllerimizi doldurmuştu.

İçimden yüksek bir yere çıkıp bütün kuvvetimle “Allah’ım bize böyle güzel bir din, böyle güzel bir Peygamber verdiğin için denizlerin dalgaları adedince, ağaçların yaprakları adedince, yağmurun damlaları adedince sana şükürler olsun!” diye bağırmak geldi.



Yorumlar

255 karakter kaldı

Üye girişi yap ve yorumla » Üyeliksiz yorumla »

Henüz kimse yorum yazmadı.