Oyuncak Arabamın Başına Gelenler...


Nasıl da kandım anneme? Nasıl da kandırdı beni? “Birkaç gün kalsın, sonra gider alırız, birşeycik olmaz” dedi. Ben de kanıp verdim hemen. Vermez olaydım. Bir hafta sonra almaya gittiğimizde bir de ne göreyim? Mahvolmuş. Kıyıp da oynayamadığım oyuncak arabamı parçalamış Mustafa.

Ah Mustafa! Ah kıvırcık kafalı yaramaz çocuk. Elbet yanında annen yokken elime geçersin sen. O zaman sana gösteririm Kerem abinin oyuncağını kırmak neymiş? İnsana bir emanet verdin mi sahip çıkmalı değil mi? İki yaşında olman hiçbir şeyi değiştirmez. Bana öyle bıcır bıcır şirinlikler yaparak kendini sevdirmeye çalışma. Elimden çekeceğin var aslanım. Bu sefer yemezler.

Ağzındaki emzikten utan! Nasıl kıydın arabama? Tekerlerinin her biri başka tarafa gidiyor. Kapılarının iki tanesi kayıp. Bir tanesi de belli ki dişlemişsin, kapanmıyor. Boyaları dökülmüş her yerinin. Üstelik bu arabayı çekip bırakınca odanın bir ucundan diğer ucuna kadar gidiyordu. Şimdi çekip bırakıyorsun, bıraktığın yerde duruyor. Ayy ağlarım şimdi yaa!

Ah, özür dilerim arkadaşım. Tabii sen neler olduğunu bilmiyorsun. Öyle birden anlatmaya başlayınca da şaşırdın. Kusura bakma. Üzüntüden ne yaptığımı bilmiyorum. Komşumuz Esma teyzeler bize misafirliğe gelmişlerdi geçen hafta. Küçük oğulları Kıvırcık Mustafa da yanlarındaydı. 

Övünmek gibi olmasın: Ben normalde çok uyanık çocuğumdur. Çocuklu misafir geldiğini duydum mu bütün oyuncaklarımı saklarım. Neden mi? Sen benden iyi bilirsin. Bu anneler kendi eşyalarını komşuya verirken çekinirler de, bizim oyuncaklarımızı komşu çocuklarına verirken hiç çekinmezler. Sırf onlar oyalansın diye herşeyinizi çocukların ellerine tutuştururlar. 

Yalnız anneler mi? Babalar da öyle. Aslında benim bu arabayı Mustafa’ya verme işini ilk söyleyen de babamdı. Mustafa’nın oyuncak arabaları sevdiğini duyunca hemen o fısıldadı anneme: “Kerem’in arabası yok mu, onu verelim de oyalansın çocuk.”

Ayyy şu rahatlığa bak. Kimin malını kime veriyor. Baktı mırın kırın ediyorum. Annem de oyuncağı bulamıyor. Bir de bana çıkıştı: “Versene oğlum, oynasın kardeşin. Cimrilik yapma. Öyle boşta duruyor araba. Biraz paylaşımcı ol. Paylaşmak güzeldir.”

Aaa, üstüme iyilik sağlık. Baba, sen değil miydin geçen Nusret amca arabayı istediğinde binbir dereden su getirip arabayı vermeyen? Sonra da bize ne demiştin? “Hiç özenli kullanmıyor. Kendi arabasını hurdaya çıkardı en sonunda. O yüzden vermek istemiyorum.”

Kendi arabanı vermiyorsun da, benim arabamı niye öyle hemen veriyorsun herkese? Paylaşımcılık iyiyse, hadi bakalım. Önce Nusret amcayla seni görelim. Naabeeer? Arayayım mı Nusret amcayı?

Neyse... Bütün bunları babama söyleyemedim tabii, hepsini içimden söyledim. Annem de şahin gözüyle ne yaptı etti, o kadar sakladığım arabayı buldu. Ben süklüm püklüm bakarken Mustafa arabamla oynadı oynadı. Öyle de sevdi ki, giderden de elinden alamadık. Tam kapıya geldiler: Ben çekiyorum, o çekiyor; ben çekiyorum, o çekiyor. Ne de güçlü, bırakmıyor bacaksız. Birden başladı ağlamaya. Ben hâlâ çekiyorum. Annem hemen araya girdi: “Yahu bırak çocukta kalsın. Gönlü geçer. Alırız sonra. Çekiştirme.”

“Olmaz. En sevdiğim arabam o benim.”

“Tamam, araban yine senin olsun. Temelli almıyorlar ya. Yalnız birkaç gün Esma teyzenlerde kalsın. Birkaç gün kalmakla ne olur?”

“Olmaz.”

“Olur, olur...”

Ve en sonunda ikna edildim. Mustafa da arabamı aldı. Bir hafta sonra deplasmana gittiğimizde baktım annem arabayı çoktan unutmuş. Çenemi tutamadım, ben sordum. Annem yüzünü eşkitti, ama birşey demedi. Esma teyze de oyuncakların arasından çıkardı getirdi. Allahım! Arabam ne hallere gelmiş. Nerede o eski güzelliği, nerede bu hurda şey. Bizim Mustafa işkence çektirmiş garibime.

Bunu düşünüp çok üzüldüm arkadaşım. Hâlâ da biraz üzgünüm. Çocuk da olsak, sevdiğimiz şeylere çok bağlanıyoruz. Onlar hiç bozulmayacak, kırılmayacak, çirkinleşmeyecek gibi seviyoruz. Ben de arabamı öyle severdim. Ama bir baktım, güzelliği gitmiş. Boyası dökülmüş. Tekerleklerin her biri bir başka tarafa bakıyor. Eve gelince ağladım. Annem azarladı. Babam “Çocuktur, unutur...” dedi. 

Baktım büyüklerden fayda yok. Her canım yandığında yaptığım gibi yine Allah’tan yardım diledim. Ondan yardım dilemek öyle güzel ki. Hemen bir teselli imdadına yetişiyor insanın. Bir çocuğu bazen ebeveyni bile anlamıyor, ama Allah anlıyor. Canımız nasıl yanıyor, o biliyor. “Çocuktur, unutur...” demiyor. Hemen aklımıza, kalbimize birşeyler getiriyor. Bizi teselli ediyor. O an da aklıma Allah’ın el-Varis ismi geldi. Farkettim ki, Allah’ın el-Varis ismi en çok böylesi zamanlarda bize lazımmış.

el-Varis ne demek mi? Ya sana da kimse esmayı öğretmemiş. Sormalısın büyüklerine bence... Akıllım, Varis ismi; “Herşey yok olup gittikten sonra bile Bakî kalan, herşeyin asıl sahibi...” anlamlarına geliyor. Yani şu dünyada sevdiğimiz ne varsa, aslında hepsinin sahibi ve kaynağı Allah. Sahibi, çünkü baksana, benim arabam bile benim sandığım halde elimde kalamıyor. 

Bir gün bir Mustafa’nın eline düşmese bile, mutlaka eskiyip bozulacaktı. Sonsuza dek benimle birlikte kalamayacaktı. Bugüne kadar bozulan oyuncaklarımı üstüste koysam küçük bir tepe oluşturabilir. Demek ki, onların asıl sahibi ben değilmişim. 

Hem üzülmemem de lazım. Çünkü onların o güzellikleri zaten onların da değilmiş. Hepsinin varisi Allahmış. Allah’ın güzelliği yansıyormuş her yerde zaten. Hepsini o güzel kılıyormuş. Bu yüzden aynaları kırılınca üzülmemeliymişim. Allah var ya akıllım; o var olduğuna ve beni de sevdiğine göre, daha güzellerini de verebilir ki her zaman. 

Yani arkadaşım şu dünyada çok sevdiğimiz insanların hastalanması, yaşlanması, çok sevdiğimiz oyuncakların bozulması, hayatımızın en güzel günlerinin arkamızda kalması bizi üzmemeli. Evet, büyüyoruz. Evet, oyuncaklarımız bozuluyor, eskiyor. Evet, annemiz ve babamız yaşlanıyor. Ama akıllım, biz zaten onlarda yansıyan Allah’ın güzelliğini seviyoruz. Ve hiçbiri de yok olmuyor aslında, hepsi yine Allah’a kalıyor. 

Allah hep var olduğuna göre bunları bize tekrar neden geri veremesin? Biz, kaybettiğimiz herşeyi aslında ona geri veriyoruz. Ama o bize kıyamıyor, yine ahirette (inşaallah) evde benim yaptığım gibi ağlamayalım diye hepsini geri verecek. Çocukları hiç üzmeyecek...

O zaman benim oyuncağımı Mustafa kırmakla elimden almış sayılmaz. O hâlâ benim olabilir. Ben onu aslında Allah’ın el-Varis ismine verdim. Onun sevdiği bir kul olup cennete gidersem, ondan tekrar oyuncaklarımı isteyeceğim elbette. Onun herşeye gücü yeter ki akıllım. Neden benim kalbimi kırsın? Oyuncaktan kolay ne var? Daha güzelini bile yaratır bana. 

Allah’a inanmak ne kadar güzel birşey ya. Biri sürü hayalin olabiliyor. Kur, kurabildiğin kadar... Yuuppiii! Sen de sevdiğin oyuncaklar için dua etmeye başla. Ve sevdiğin insanları da sakın unutma. İnşaallah, cennette görüşürüz arkadaşım. Korkma, arabamla oynamana da izin veririm. Ama ısırmak yok. Cennette de olsa, arabamı ısırmana müsaade etmem.



Yorumlar

255 karakter kaldı

Üye girişi yap ve yorumla » Üyeliksiz yorumla »