Kısakuyruk Doktor Mu Olmuş?


 

Ayyy! Bilmiyorsun başımda ne işler var arkadaşım. Bu sıralar köydeyim. Dedemle nenemin tombiş yanaklarını öpmeye geldim. Fakat o da ne? Köydeki her iş onlara bakıyor. Gerçi onlar seviyorlar işlerini, fakat benim gibi atakan bir çocuk dururken onlara iş düşer mi? Torunluk ne güne? Heeeyt! Hemen atıldım köy işlerine. Hayvanlara yem veriyorum, sütlerini sağıyorum, kazların yumurtalarını topluyorum, dedeme çok yardım ediyorum akıllım. Benden iş kaçar mı? Ama çooook yoruluyorum. Kısakuyruk ile oynamaya bile vaktim kalmıyor. Beni her gördüğünde kuyruğunu sallıyor zavallım. Ben de ona el sallıyorum ve diyorum ki: "Merak etme arkadaşım, seninle yarın oynayacağım! Yarın işim daha az."
Kısakuyruk kim mi? Kısakuyruk dedemlerin köpeği. Çok akıllı bir köpek üstelik. Kimseye de saldırmaz. Hiç korkulacak bir hayvan değildir. Şeker gibidir. Ancak tilkiler, kurtlar yanaştığında havlayarak herkese haber verir. Kendisi gidip boğuşmaz, biraz küçük bir köpek. Gücü yetmez kavga etmeye. Ama dedim ya, çok akıllı. Hem de çok hızlı. O kadar akıllı ki, bazen onun benden bile zeki olduğunu düşünüyorum. Öyle deme, öyle garip şeyler başarıyor ki; şaşar kalırsın. 
Mesela bir keresinde dedemle birlikte uzun bir yola gitmişler. Dedemin yolda tansiyonu düşmüş, fenalaşmış. Bizimki hemen koşmuş neneme havlayarak haber vermiş. Takip etmişler ki, bir de ne görsünler? Dedem uzanmış yatıyor. Hemen alıp köye getirmişler, doktor çağırıp tedavi etmişler. Dedem de ona iyileşince kocaman bir kemik hediye etmiş. Ne de olsa canını kurtarmış akıllım. Verecek tabii kocaman kemik.
Bir keresinde de kasabada kötü amcalar köpekleri öldürmek için zehirli et atmışlar her tarafa. Onları yiyen birçok köpek de inleye inleye ölmüşler. Bizim Kısakuyruk da anlamamış etlerin kokusundan birşey, o da yemiş. Ama zehirlendiğini anlar anlamaz köye koymuş. Nenem dedi ki: Bostana girip orada koklamış koklamış otları, sonra bir tanesini bulup onu yemeye başlamış. O otu yiyince köpekler kusmaya başlarmış. Bizimki de onu yedikten sonra kusmuş. Kusunca tabii midesi temizlenmiş, zehirin etkisi azalmış. Nenemin anlattığına göre, ne zaman zehirlense bizim haylaz, hemen koşup bu ottan yiyormuş. Sonra da kusup iyileşiyormuş.
Bu olay benim kafamı karıştırdı. Bir köpek otlardan bu kadar anlayabilir mi? Doktor gibi yani? Üstelik bu köftehorlar normalde ot bile yemiyorlar. Şüphelendim. İnternete girip bu mevzu biraz araştırdım. Gerçekten de kusma ihtiyacı hisseden köpekler ve kediler ot yerlermiş. Böylece kendilerini kusturup iyileşirlermiş. Ne kadar ilginç...
Bu hayvanlar kendilerine ot yemenin iyi geleceğini nereden biliyorlar? Normalde etobur oldukları halde, otların böyle bir faydası olduğunu kimden öğrenmişler? Doğrusu bütün bunları düşünürken kafam çok karışıyor. İnternet de bu konuda çok faydalı değil. Herşeyin 'nasıl' olduğunu anlatıyor da 'neden' olduğunu anlatmıyor.
İşte bütün bunlara kafa yorarken aklıma güzel Allahımın en-Nafî ismi geldi. Nafî ne demek biliyor musun? Nafî demek, istediğine fayda sağlayan, tüm faydalar Onun kontrolünde ve hazinesinde olan Allah demek. Yani biz, bize faydalı olan şeyleri de Onun sayesinde öğreniyoruz ve Onların da bize faydalı olmasını yine O sağlıyor. Mesela... Ya hiç merak ettin mi: Bu arılar, balın, kendilerinin yiyeceğinden kat kat fazlasını niçin üretiyorlar ve insanlar balı bu kadar neden seviyorlar? Ve neden bal bize bu kadar faydalı? Hiç böyle sorular aklına geliyor mu? 
Veyahut ağaçlar, kendileri meyvelerin tadını bilmedikleri halde, bu kadar leziz meyvelerin tadını nasıl ayarlıyorlar? Tadını ayarladıkları meyveleri de bir sürü vitaminlerle dolduruyorlar, neden? Kendileri yemiyorlar ki.
Bence işte yine Allahımızın en-Nafî isminin bir payı var bunda. Allah, bize faydalı olan şeyleri tadıyla da, kokusuyla da bize sevdiriyor sanki. Ve onlardaki faydaları böylece gösteriyor. Ne ki; kokusu hoşumuza gitmez, tadını sevmeyiz, rengi de güzel değildir; dikkat et, genelde bize faydalı da değildir. En azından yememek lazımdır öyle şeyleri. Mesela çürümüş şeyler nasıl pis kokar, pis bir tada sahip olurlar, bilirsin. Ama tazeyken tam ağzımıza layıktırlar. Yine süt mesela. Yahu bu ineklerin, koyunların karnında fabrika mı var ki, ot yedikten sonra böyle faydalı birşey üretiyorlar? Biz de onu içip, hooop, şifa buluyoruz. Yani bütün bunlar beni çok düşündürüyor.
Sen de böyle şeyleri düşünmelisin arkadaşım. İnan bana, böyle bakınca dünya çok daha güzel. Herşeyin arkasında bize merhamet eden bir güzel Allah var. Herşeyin üzerinde Onun güzel mührü, imzası, hediye paketi. Bizden habersiz olan bulutlar, bizden habersiz olan toprak, bizim adımızı bile bilmeyen balıklar, bizi hiç duymamış ağaçlar, bizi görse tanımaz inekler, bizi görseler görmezden gelecek ve bazen de sokacak arılar... Hepsi ama hepsi neden bizim için çalışıyorlar? Elbette en-Nafî olan Allah sayesinde. 
O bulutların o kadar suyu getirip getirip başımızdan aşağı dökmesinde, o toprağın çeşit çeşit güzel meyve bitirmesinde, o balıkların leziz leziz tabağımıza gelmesinde, o ağaçların güzel güzel bizim için hava üretmesinde, o ineklerin süper leziz içecekleri bizim için yapmasında, o arıların şekerden daha şeker şeyleri bizler için çiçeklerden toplamasında, eğer aklımızı kullanırsak, bize Allah'ımızı tanıtacak çok dersler var. 
Biz de aklımızı kullanalım, herşeyden bize faydalar yaratan en-Nafî Allahımıza teşekkür edelim. Bize iyilik edene teşekkür etmemek çok pis kabalık akıllım. Yapmayalım böyle şeyler. Bak Kısakuyruk da başını sallıyor, yapmamamak lazım diyor kendi dilince. Ha, belki sana selam söylüyor da olabilir. Bilemiyorum, köpekçem çok iyi değil. Ama bu Kısakuyruk var ya, ondan herşey beklenir. Sana onun fotoğrafını da yollayacağım. Allah'a emanet ol.

 



Yorumlar

255 karakter kaldı

Üye girişi yap ve yorumla » Üyeliksiz yorumla »

Henüz kimse yorum yazmadı.